TUNA’NIN KRALİÇESİ
Büyük bir
heyecanla başladı yolculuğumuz, aslında heyecanımız yolculuktan çok önce
başlamıştı. Valiliğimizin böyle bir proje başlattığını ilk duyduğumuzda acaba
bize çıkar mı diye. Uzun bir aradan sonra telefon geldi, bize çıkmıştı.
Hislerimiz ikiye katlandı. Yurtdışına ilk defa çıkacak olmanın, Avrupa ülkeleri
hakkında edindiğimiz birçok bilgiyi gidip yerinde görecek olmanın,
gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, fotoğrafları paylaşacak olmanın mutluluğu
vardı içimizde.
Erzurum-İstanbul arası uçakla 1 saat 45 dakika, oradan Macaristan’nın başkenti Budapeşte’ye 2 saat sürdü yolculuğumuz. Varışımız akşamdı, şehrin ışıkları arasında havaalanına indik.
Sabah ilk
olarak Petőfi Sándor Gimnázium lisesini ziyaret ettik. Başka bir yazımda
Macaristan’da eğitim konusunu, okul ziyaretimizi ayrıca paylaşmak istiyorum.
Okul ziyaretinden sonra panoramik Budapeşte şehir turu yaptık. Budapeşte
için “Tuna’nın İncisi”, “Tuna’nın Kraliçesi” denmesinin sebebini şehir
turumuzda çok iyi anladım. Nehrin her iki yakası da müthiş tarihi yapılarla
bezenmiş. Budapeşte adını nehrin batı yakası olan Buda ve doğu yakası olan
Peşte’den almış. Ülkenin en büyük şehri burası olup nüfusu 2 milyon.
Macarlar
sanata düşkün, bunu mimari yapılarından, heykellerden, birçok müze ve sanat
galerisi bulunmasından, büyük opera binasından anlayabiliriz. Macaristan mimari
olarak harika bir estetiğe sahip, tıpkı bir açıkhava müzesi gibi. Orta
Avrupa’nın en güzel şehri unvanını hak eder nitelikte. Şehir 1987 yılında UNESCO
tarafından Dünya mirası listesine alınmış. Eski Avrupa mimarisi çok güzel
korunmuş. Aslında şehir 2. Dünya Savaşı’nda çok fazla hasar görmüş fakat her
şey aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Bu yüzden yapılar koruma altında.
Öyle ki belediyeden habersiz boya bile yapılamıyor.
Budapeşte termal kaplıcalarıyla da ünlü. Hévíz Gölü, dünyanın en büyük termal gölü burada bulunmakta. Kışın bile suyun sıcaklığı 23-25 derece, termal havuzlarda kimileri yüzerken yolun hemen karşısında birileri de buz pateni yapıyordu.
Şehirde ulaşım gayet düzenli; benim dikkatimi çeken toplu taşıma araçları
ve ticari taksiler için ayrı bir şerit bulunmasıydı. Dünyanın en eski ikinci
metro ağı da burada bulunuyor, en eskisi İngiltere’deymiş.
Şehrin
Buda yakası dağlık, Peşte tarafı ise düzlük. Buda tarafında bulunan Gellert
Tepesi Tuna Nehri’nden 140 m yüksekte, şehrin panoramik manzarasının
seyredilebileceği en iyi nokta. Tepedeki korkuluklarda yüzlerce kilit
takılıydı, sevgililer buraya gelip bir daha ayrılmayacaklarına dair kilit takıp
anahtarlarını tepeden aşağıya atarlarmış. Buda tarafında görülmesi gereken
diğer bölge Kale Tepesi ve eski şehir civarı. Tuna Nehri’ne bakan bu tepede
Kraliyet Sarayı, Matyas Kilisesi ve Balıkçılar Burcu bulunuyor. Kraliyet sarayı
günümüzde müze olarak kullanılıyor.
Matyas Kilisesi
1541 yılında Buda şehrinin Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle birlikte
camiye dönüştürülüp adı Fethiye Camisi olarak değiştirilmiş, tam 145 yıl cami olarak
kullanılmış. İhtişamlı mimarisiyle müthiş bir görsele sahip.
Balıkçılar Burcu yine şehrin en iyi seyredilebileceği bir konuma sahip.
Nehrin Peşte yakasında bulunan Parlamento Binası’nın tam karşısında. Bu yapı
kumdan kaleleri andıran mimarisiyle görülmeye değer.
Buda yakasında bir de Bektaşi dervişi olan Gül Baba’nın türbesi
bulunuyor. Adını, sarığından eksik olmayan gülden almış. Osmanlı seferinde
askerleri motive etmesi için getirilen derviş daha sonraları dönmeyip orada
kalmış. Macarlar Gül Baba’yı o kadar sevmişler ki türbesini hâlâ koruyorlar.
Gelelim Peşte tarafına. Gezmek ve alışveriş için daha uygun, trafiğe
kapalı Vaci Utca Caddeleri bu yakada. Peşte tarafında gezimize Kahramanlar
Meydanı’ndan başladık. Bu meydan Macarlar’ın Orta Asya’dan gelişlerinin 1000.
yılına ithafen yapılmış, önceki adı Milenyum Meydanıymış. Burada birçok din
adamı ve kahramanlarının heykelleri bulunuyor. Meydanın çevresinde birçok müze,
galeri bir de büyük Opera Binası bulunuyor. Meydanın hemen arkasında yapay bir
göl bulunuyor. Mevsim kış olduğundan buz pateni yapılıyordu, yazın ise kayığa
biniyorlarmış. Şehirde yılbaşı kutlamaları, havai fişek gösterileri en güzel
burada oluyormuş.
Peşte tarafında
görülmesi gereken en güzel, en görkemli yapı tartışmasız Parlamento Binası. Biz
içini gezemedik ama içi dışından daha güzelmiş. Işıkların Tuna Nehri’ne
yansıması ile müthiş bir fotoğraf malzemesi. Zaten şehir gece ışıklandırmasıyla
ödül almış.
Buda ve Peşte’yi birbirine bağlayan birçok köprü bulunuyor. Bunlardan en güzeli Zincirli Köprü, üzerinde bulunan aslan heykellerinden dolayı Aslanlı Köprü de deniliyor. Yine Elizabeth Köprüsü ve Özgürlük Köprüsü de tam bir sanat harikası, gece ışıklarıyla da çok güzel görünüyorlar. Tekne turumuzda soğuğa rağmen fotoğraflama fırsatını değerlendirdik.
(1686 yılında az bir askerle 90 bin kişilik haçlı ordusuna karşı tek başına kaldığı halde kahramanca savaşan son Budin valisi Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa'nın Macarlar tarafından yaptırılan mezarı) |
Osmanlı’nın batıdaki en uç noktası sayılan Estergon Kalesi nehrin
kıyısında mavi kubbesiyle görülmesi gereken bir yapı. Kale, adına türküler
söylenmiş, hikâyeler yazılmış milli hafızamızda önemli bir yere sahip.
Rehberimiz, Barış Manço’nun “Estergon Kalesi” türküsünü otobüste bize
dinleterek milli duygularımızı şahlandırdı, bizi hüzünlendirdi. Kale
Budapeşte’ye yaklaşık bir buçuk saat uzaklıkta bulunuyor.
Gezimizin en
etkileyici anlarından birisi Kanuni Sultan Süleyman’ın son seferini yaparken
şehit düştüğü anları hatırlamaktı. Kanuni Zigetvar seferinde, 72 yaşına ve
hasta olmasına rağmen ordunun başında bulunmuştur. Nitekim kalenin fethini
göremeden çadırında son nefesini vermiştir. Kanuni’nin iç organlarının bu
bölgede gömülü olduğu bilinmektedir.
(Hediyelik eşya dükkanından bir görüntü) |
(Szentendre Kasabası'ndan bir görüntü) |
Dönüşte şirin
bir Macar kasabası olan Szentendre’ye alışveriş için uğradık. Sağlı sollu
hediyelik eşya dükkanları, sanat galerileri olan şirin bir kasaba. Kasabada,
akşam ışıklı caddede yürürken insan kendini bir tablonun içerisinde gibi
hissediyor.
(Çigan gecesinden görüntüler) |
Ülkede Tuna ve Tisza nehri bir de Balaton Gölü bulunuyor. Macarlar buraya
deniz diyorlar. Orta Avrupa’nın en büyük gölü. Ülke Avrupa Birliği’ne girmiş
ancak para birimi hâlâ Forint. Ekonomik olarak çok iyi değiller. Vergiler çok
yüksek ancak buna rağmen pahalı bir şehir değil.
Gezimizin bir gününü de Avusturya ve Slovakya gezisine ayırıyoruz. Üç ülke
başkentinin birbirine çok yakın olması bize aynı gün içerisinde Bratislava ve
Viyana’yı da gezme imkanı tanıdı. Böylelikle üç ülkeyi de kıyaslama şansına
sahip olduk.
Macarların ünlü yemekleri “Gulaş Çorbası” ve geyik eti gerçekten lezzetliydi.
Gulaş Çorbası hakkında iki tür rivayet bulunuyor; bunlardan biri, Osmanlıda
sefere çıkan orduya dağıtılan et yemeği yani “Kul Aşı” olduğu diğeri ise
çobanların yaptıkları ve bu yüzden Çoban Yemeği(Gulyás) dendiğidir. Osmanlı döneminde tanıştıkları
Paprika adında acı ve tatlısı bulunan biberleri meşhur, uzun süre adı
“Török bors” yani “Türk biberi” olarak anılmış. Avrupa’daki kahve kültürü
de bizden geçmiş, daha doğrusu kahveyle ilk tanışmaları, Osmanlının
seferlerinde yanlarında götürdükleri kahve çekirdekleri sayesinde olmuş.
Ülke oldukça güvenli, hapishanesinde en az mahkûm bulunan ülkelerden
biri. Rehberimiz bizi bilgilendirirken “Eşyalarınızı ortaya bırakmayın, siz
farkında olmadan çalınabilir fakat bunu sizi rahatsız etmeden yaparlar,
hırsızları kibardır.” demişti.
Macaristan’da 1 Kasım ölüler günüymüş, o gün resmi tatil edilmiş. Ölülerine çok
saygı gösteriyorlar, mezarlıkları gayet bakımlı ve çiçeklerle süslenmiş.
Ölülerini kıyafetleriyle ve tabutla gömüyorlar ya da yakarak küllerini kavanoza
koyup mezarlıklardaki taş bölmelerde saklıyorlar. İsteyen evine de
götürebiliyor.
Hayvanlara çok değer veriyorlar. Sokakta herkesin elinde bir köpeği var.
Evcil hayvanların terk edilmemesi için hayvanlara özel çip takılıyor. Doğal
hayvan hayatı o kadar iyi korunmuş ki yol kenarında çok sayıda yabani tavşan,
karaca sürüsü, ceylan görebildik. Ana yolun çevresi tellerle çevrili, hayvanlar
yolun karşısına güvenli geçebilsinler diye ağaçlıklı hayvan üstgeçitleri
yapılmış.
Macarlar
Orta Asya’dan 4. yy’da gelmişler, Hunlarla akrabadırlar. Attila Büyük Hun
imparatoru bu toprakları ele geçirmiş. Hungary-(Hungarya) Hunların memleketi
anlamına gelmektedir. Attila ismini hala çok kullanıyorlar.
Macar
tarihinin en büyük olayı şüphesiz Mohaç meydan savaşı, savaşın izlerini hala
kullandıkları deyimlerinde görebiliyoruz. Başlarına kötü bir şey geldiğinde “
Mohaç’tan da mı kötü?”, hızlı hızlı yürüdüklerinde “ Arkandan Türk mü kovalıyor?”
derler. Kanuni Sultan Süleyman, Avrupa’da ilerlemek için Macar Kralına elçi
göndererek kendisine tabi olmasını ister, Macarlar bağlılık göstermeyip elçiyi
öldürürler. Bunun üzerine Osmanlı devleti 60.000 kişilik orduyla Macaristan’a
savaş açar. Mohaç meydanında, tarihin en kısa sürede en çok kayıp verilen
savaşı yapılır, Osmanlı savaşı kazanır. Macaristan için 150 yıl süren Osmanlı
hâkimiyeti başlar.
(Galiçya Şehitliği) |
İnsanlar
gördüklerini, duyduklarını unuturlarmış ancak ne hissettiklerini unutmazlarmış,
benim bu geziden hissettiklerim Macaristan’ı gerçekten sevdiğim olacak. Bunun
nedeni akraba olmamız, bir çok ortak kelimemizin bulunması, orada geçirdiğim
sürede kendimi yabancı hissetmeyişim, şehrin dinginliği, Macar halkının
mütevaziliği olabilir. Nitekim en son Dünya tanıtım sloganı “Almanlar geldi 200
yıl kaldı, Türkler geldi 150 yıl kaldı, Ruslar geldi 50 yıl kaldı. Neden siz
Macaristan için 1 hafta ayırmayasınız?” idi. Tarihleriyle barışık bir
millet.
Semiha KORKMAZ
Semiha KORKMAZ